Bir Avuç Jöle

Woo-SliderSmall-1

Bir Avuç Jöle

-‘Futbol ile aran nasıl?’
-‘Çocukluğumdan beri çok ilgiliyimdir.’
-‘İş dünyası da futbol gibidir ancak iyi takım olanlar başarabilir.’ Dedi Aydın Bey.
Şirketin patronu olan Aydın Bey aynı zamanda da Yönetim Kurulu Başkanıdır. Mert’i kendi şirketine transfer ederken çok mutluydu.
-Mert değişimleri yapmak için şirkette tam yetkilisin. Bendeki kredin sonsuzdur.
Mert ilk iş gününde şirketin patronuyla böyle sohbet etmekten dolayı kendini çok mutlu ve yapacakları için de çok güçlü hissediyordu.

******
Gün telaşla başlamıştı. Mert, heyecanla aynanın karşısına geçti, avucunun içindeki jöle ile büyük oğlu Tan’ın saçlarına son şeklini verdi. Sapsarı saçlar sol yana doğru düzgünce yattı. Daha sonra Tan’ın papyonuna, annesinin becerikli elleri muntazam bir şekil verdi. İşte şimdi müsamere için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı.
Bugün Tan, ilkokuldan mezun oluyordu. Siyah smokini, jöleli saçlarıyla büyüleyici bir yakışıklılık içindeydi. Birbirine sarılmış olan karı-koca, bu haliyle biraz daha büyümüş olduğunu ilan eden oğullarını gururla seyrediyorlardı.
Derken, bu mutlu atmosfere arka taraftan gelen ses dahil oldu. Bakışları aynı anda sesin geldiği tarafa yönelen çift, kocaman gözleriyle kendilerine bakan dört yaşındaki küçük oğulları Ege’yi, sehpanın üzerindeki kutuya uzanmış, minik elleriyle avuçladığı jöleyi sıkarken buldular. Jöle parmaklarının arasından kayarak yere dökülüyordu. Onun bu komik hali herkesi güldürdü. Minik Ege, bu davranışıyla topladığı ilgiyi kaybetmek istememiş olacak ki, sevinçle kutudan bir avuç daha jöle aldı, aynı hareketi bir kez daha yaptı. Annesi “yeter artık” diyerek jöle kutusunu elinden aldı.

******
-Şirketimize nasıl bir fark katacaksın?
Mülakatta kendisine bu sorunun yöneltileceğini tahmin eden ve önceden bir hazırlık yaptığı belli olan aday müşteri temsilcisi, önce derin bir nefes aldı. Ardından gözlerini mülakat salonunun sağ üst tarafına odaklayıp düşüncelerini topladı ve kendi açısından en etkili yanıtı verdi.
Satış ve Pazarlama Direktörü Mert, bugünün son adayının verdiği yanıttan pek haz almadı ve diğer adayların yanıtları gibi çok sıradan buldu. Tam o anda aklına eski bir reklam geldi. Ali Ağaoğlu, kendisine gelen projeleri elerken şöyle söylüyordu: “Bu değil, bu da değil, bu hiç değil…” Bir an kendisini onun yerine koydu. Hiçbir aday istediği gibi değildi. Hepsi çok sıradandı. Aday ayrıldıktan sonra masasını toplarken;
bir an gözü karşı duvardaki televizyona ilişti. İş Hayatı ile ilgili bir kanal olmasına rağmen ekranda bir futbol belgeseli oynuyordu. Bağlantıyı kuramadığından meraklandı yerinden kalktı ve sesini açtı. Programda çocukların oynadığı Japon kalesi maçlarıyla iş hayatı arasındaki benzerliğini anlatıyordu. “oyunda kaç oyuncu varsa o kadar kale var herkes kendi kalesini korurken birbirinin kalesine gol atmaya çalışır siz başkasıyla beraber olup karşıdaki kişinin kalesine gol atarsınız, bir sonra ki hamlede de sizinle beraber hareket eden kişi bu sefer başkasıyla birlikte sizin kalenize gol atmaya çalışır.. ” Program onu kendi çocukluğuna götürdü Japon kale futbol oynamayı çok severdi gerçekten. Ardında uzun saçlı bir erkek çıktı son değerlendirmeyi yaptı; “İş hayatı Japon kale futbol maçı oynamak gibidir. Bugün ikiniz bir olur bir başka kişiye karşı hareket edersiniz, bir zaman sonra ikisi bir olur size karşı hareket ederler. İş dünyasında sonsuz barış ya da sonsuz savaş yoktur ikisini de doğal karşılamak gerekir”
Gerçekten enteresan düşünce dedi. Ardından mülakatla ilgili görüşmelerini değerlendirmek için İnsan Kaynakları Direktörü olan Gül’ün odasına gitti. Birlikte çay içip sohbet ederlerken düşüncelerini özetlemeye çalıştı Mert:
-Farklı özelliklere sahip aday yok gibi. Beğendiğim aday sayısı çok sınırlı.
Gül de onunla aynı fikirdeydi:
-İş arayan çok. Ancak biz istediğimiz özelliklerde adaylar bulamıyoruz. Suyun akışını değiştirebilecek özelliklere sahip aday sayısı çok az.
Gül, masasının ucundaki dosyaya uzandı ve dosyanın içinden bir yazı çıkarıp Mert’e uzattı:
-Bugün Akın’ın işine son verildi. Hatırlıyor musun, o çocuktan ne kadar da umutluyduk. Oldukça özgün fikirlere sahipti ve özgüveni çok yüksekti.
Mert ayağa kalktı.
-Evet, bizi tam bir hayal kırıklığına uğrattı. Mülakatta ne kadar farklı gelmişti. Ancak sahaya çıkınca aynı başarıyı yakalayamadı.
-Saha Yöneticisi, Akın’ın çok uyumsuz olduğunu söyledi. Ben de bu tespite katılıyorum. Özgüveni yüksek kişilerde de benzer sorunlarla sık sık karşılaşıyoruz, diyerek Gül konuşmaya devam etti.
Mert başını sallayarak onu onayladığını belirtti. Daha sonra ayağa kalktı ve odadan ayrılmak üzere kapıya yöneldi.
-Birazdan okulda Tan’ın gösterisi başlayacak. Oraya yetişmeliyim. Daha sonra da Semih Bey ile yemek yiyeceğiz.
Gül de ona kapıya kadar eşlik ederken konuşmaya devam ediyordu:
-Çok heyecanlısın. Yakışıklı Tan’a benden selam söyle! Bu arada, Semih Bey eski çalıştığın şirkette senin yöneticindi değil mi?
-Evet, o!
Son anda Gül bir hamle daha yaptı;
-Geceni etkilemek istemem ancak, patron son zamanlarda şirketten ayrılmaların çokluğundan rahatsız olduğunu ifade etti
-Nasıl yani
-Bilmiyorum, rahatsız işte…
Ofisten ayrılırken patronun Gül’e aktardıkları biraz canını sıkmıştı “Bu düşüncesini neden benimle paylaşmadı”

******
Mert, akşam yemeğinde günü detaylı olarak Semih Bey’e aktardı. Yemeğin sonlarına doğru koyulaşan sohbetin konusu, tamamen iş üzerinde yoğunlaşmıştı. Mert, açık yüreklilikle sordu:
-İşin akışını değiştirecek, rutin performansın dışına çıkabilecek, lider ruhlu insanı bulamıyoruz. Bulduğumuzu düşündüğümüz kişilerde de hayal kırıklığı yaşıyoruz. Siz yıllarca çok büyük satış kadrolarını yönettiniz. Siz ne düşünüyorsunuz?
Semih Bey hemen yanıt vermedi. Bu kısa sessizlik, konu üzerinde düşünmek için zaman kazanmaktan çok, söyleyeceklerinin önemini hissettirmek için yapılmış bir uyarı gibiydi.
-Aslında gün içinde bu sorunun yanıtıyla karşılaşmışsın. Sen başından geçenleri anlatırken, ben cevabı senin sözlerinde buldum.
Mert, biraz heyecan biraz da şaşkınlıkla masadaki sudan bir yudum aldı. Gülümseyerek, “Benimle de paylaşacak mısınız?” diye sordu. Bir yudum da Semih Bey aldı masadaki sudan. “Elbette” dedi ve sözlerine başladı:
-Güne, Tan’ın saçlarını şekillendirmek için kullandığın bir avuç jöle ile başladığını söyledin. Ardından küçük oğlun Ege’nin kutudan aldığı jöleyi avucunda sıktığından, jölenin onun parmaklarının arasından yere doğru aktığından, bu komik görüntüye hep birlikte güldüğünüzden bahsettin.
Mert, konular arasında ilgi kuramamanın şaşkınlığı içinde, “Bu olayların işimizle olan bağlantısını biraz daha açabilir misiniz?” diye rica etti.
-Satış Ekibi, yöneticinin avucunun içindeki jöle gibidir. Onunla dünyaya şekil verebilirsin ancak ona şekil vermeye kalktığında parmaklarının arasından kayar akar. Acemi ya da yetersiz yöneticiler önce avucunun içindeki ekibe, daha sonra müşterilerine, rakiplerine şekil vermeyi düşünüyorlar. Bu düşünce onlara mantıklı ve kolay geliyor. Ancak sabah sizin evde jöleye değil, jöle sayesinde saçlara şekil verebildiğinizi unutmayın.
Mert araya girerek; ”Söylediklerinize genel olarak katılıyorum. Ancak kafamı karıştıran bir husus var. Yetenekli diye tamamen özgür mü bırakacağız?”
Sınırsız özgürlük diye bir şey yoktur. Aslında jöle de bir kutunun içinde ya da avuçta beklerken bir şekil alır. Bunu ister kurum kültürü, ister iş disiplini, ya da en yalın haliyle yöneticinin yönetim becerisi de.
-Neden mülakat yapıyorsunuz? Farklı özelliklere sahip, lider ruhlu kişiler aradığını sen söyledin. Çünkü biliyorsun ki suyun akışını ancak onlarla değiştirebilirsin. Ya da bu gecenin konusu olan iyi bir jöleyi böyle yapabilirsin. Mert tekrar bir görüş bildirmek için hamle yaptığında, işaret parmağıyla “bir dakika lütfen” mesajını veren Semih Bey, konuşmasını sürdürdü:
“Başarının birinci püf noktası burada kurduğunuz sistem ya da uygulamalarınız iyi bir jöle ortaya çıkartması gerekiyor. Zaten iyi bir jöle yoksa bundan sonraki tüm konuşmalar boşuna…
-Olayı çok abartmamak gerekir; jölenin işlevi bir saça şekil vermektir ancak bu işlevi gerçekleştirmek için yetenekli parmakların onu saçla temas ettirmesi gerekir. Saha yöneticisinin de fonksiyonu budur. Olayın ikinci püf noktası da burada karşımıza çıkıyor. Eğer yetersiz saha yöneticilerine teslim edersen; gereğinden çok ya da az sıkarsa parmaklarının arasından jöle akar gider. Belki de işten ayrılan Akın iyi bir jöleydi, yöneticisinin parmaklarının arasından kaydı gitti, kim bilebilir?
Semih Bey dudaklarının üzerine ince bir tebessüm yerleştirerek sol elinin avucunun içinde hayali bir jöle varmış gibi Mert’e doğru uzatarak konuşmasını sürdürdü; iyi bir jöleye sahip olacaksın ve bunu usta ellere teslim edeceksin. Bunu sağlayamazsan şirket kaybedilmeye mahkûmdur, bunun için rakiplere de gerek kalmaz. Zaten takım sağ ayağını sol ayağına bağlamıştır.
Mert, akşamın sonuna doğru Semih Bey’e tekrar teşekkür etti. Veda konuşmalarını yaparlarken, Semih Bey son bir hatırlatma yaptı:
-Küçük oğlun Ege’nin avucunda sıktığı jöle, parmaklarının arasından akarken annesi bir müddet sonra müdahale etmiş, kutuyu çocuğun elinden almıştı, değil mi?
Mert başını sallayarak onayladı.
-Sen de beceriksiz yöneticilerin daha fazla hata yapmasına izin verme!
Mert atıldı:
-Ne yapayım? Yöneticilerin elindeki jöle kutusunu mu alayım?
Semih Bey tam arabanın kapısını açmış, içeri girmek üzereyken Mert’e döndü ve şöyle söyledi:
-Açıkçası bunun kararını en iyi sen verebilirsin. Ancak şunu da unutmanı istemiyorum: Eğer doğru kararlar alamazsan, bu sefer de senin elindeki jöle kutusunu alırlar!
Mert, Semih Bey’in arabasını, gözden kaybolana dek izledi.
Bir an aklına Japon Kale Futbol geldi. İş hayatı ile futbol ne kadar çok birbirine benziyordu. Bugün ikinci benzerliği bulduğunu düşündü.

1 Comment

  1. Adem Karataş , on Oca 4, 2020 at 02:35 Yanıtla

    Merhaba
    Yazmış olduğunuz hikaye beni çok etkiledi gerçekten anlam dolu sizleri takip etmeye devam edeceğim

Leave a Comment